Pazar pazar erkenden kalkmanın verdiği hazla kalkıp sıcacık yataklarımızdan Kardof binasının yolunu tuttuğumuzda hala uyuyorduk. Evet :))
Sıkmaları mideye indirip, koyulduk yola, 'Saklı Cennet'leri keşfetmek için.
Ersin abi, beklentilerimizi olabildiğince düşürüp, gördüğümüz kupkuru manzaraya razı olmamızı sağladığında keşke uyusaydım diye hayıflandığımı itiraf etmeliyim. Lakin Gödet'e vardığımızda orada bir 'Cennet' saklandığını anladım.
Ersin abinin önderliğinde tırmanışa başladığımızda, köyün gençleri (bknz: fotoğraflar :) ) eşliğinde Gödet'i tüm güzelliğiyle önümüze serdi dağın zirvesi. İlerledikçe dehşet verici güzelliğiyle kanyon uzandı karşımızda. Kale'ye varan yolda Alper'in damardan şarkıları, kuşların cıvıltıları ve deklanşör sesleri duyuluyordu. Ayşe'nin yaramazlıkları, Betül'ün korku bilmez fotoğraf sevdası, Emrah'ın çantasındaki meyve suyu kanyonu renklendiren en önemli faktörlerdendi.
Kanyon'dan aşağı inmek ürkütücü görünse de uzaktan bize, yürüdükçe küçüldü patikalar. Yürüdükçe dostluklar derinleşti. . Yürüdükçe küçüldük biz, bir cennet büyüdü.
Kaledeyken yalnız sesini duyduğumuz dereye vardığımızda, bambaşka bir dünya serildi önümüze. Tahtadan yapılmış derme çatma köprülerden geçtik. Bulduğumuz en sıcak alana oturup güneşe karşı piknik yaptık. Fevzi'nin annesinin yaptığı leziz sandviçlerin hepsini yedik ve Emrah'ın meyve suyundan ona hiç bırakmadan içtik. İsmail abinin acı sosuyla yandık, Zehra'nın yüksek faktörlü kremleriyle kendimizi koruduk. (Şu anda yüzüm kıpkırmızı ve yanıyorummmm!)
Köye dönerken Elzem'i faka(!?) bastıran Selman'ın sesi duyuldu: Elzem boka bastııııııığğğ! :)) Yol boyunca Elzem'le dalga geçip, yolun sonunda bir köpeğin tok sesiyle ürküp kol kola köye vardık :).
Misafirperver köy sakinleri, yüzü kırışmış ama yüreği taptaze teyzeler. Ve inanılmaz güzel köy çocukları.
'Haydi eve' diyen karabulutlar asınca yüzünü bize, 'ayıboğan' abimizin kullandığı servisteki yerlerimizi aldık ve yarın çalışmak üzere, hepimiz kendi cehennemimize doğru yol aldık.
Ve ben...
Bir kez daha tanıklık ettim Tanrı'nın büyüklüğüne. Ve şükrettim, Ersin abinin, İsmail abinin, Selman'ın, Ayşe'nin, Betül'ün, Gülşah hocanın, Kristi'in, Emrah'ın, Elzem'in, Fevzi'nin, Alper'le Ayşe'nin, Önder'in, Mustafa hocanın, Tayyar'ın varlığına. .
Yeni cennetlere. .
Sevgiyle
Pınar
6 Mayıs 2012 Pazar
8 Şubat 2012 Çarşamba
aslında içimde birikmiş bir çok şeyi dışavuramamak...
Selaam,
Çok oldu yazmayalı ama sık sık seni ziyaret ettiğimi bilmeni isterim blogcan. Tamam neyse.
Çok gezdim, çok gördüm, çok güldüm ve evet çok üzüldüm bu zaman zarfında. Ama geçiyor herşey, geçiveriyor. 'Hiç bitmez' dediğin, 'herkesten fazla' diye hayıflandığın ve herkesin çektiğini hor görüp sahip olduğunu herkesinkinden fazlaymışçasına yerküre merkezine koyduğun günlerdeki o sıkıntıların aslında tırt olduğunu anlıyor ve kendine gülüyorsun.
Ne zamandır deniyorum yazmayı ama bir türlü iki satırı bir araya getiremedim evet itiraf ediyorum. Ben anladım ki mutlu olduğum zamanlarda yazamıyorum. Yani toparlayamıyorum bir türlü ne yazmak istediğimi (üstteki cümleden de anlaşılacağı üzre). . . Eskiden yazdığım zaman 'kızııım bak yeni şaheser' edalarıyla odasına daldığım ev arkadaşlarım olmadığından mıdır bilmem, yazdıklarımda da pek bir edebi hava esmiyor artık. Zaten mektuplarımı saklayan dostum da olmadı hiç. Günlüğümü saklayanlar hariç :))
Sahi aklıma geldi de, cümlelerim nerelere gitti benim? Hayallerim vardı içime sığmayan hani. Ben nasıl da vazgeçtim bi çok şeyden değil mi? Bu gün kıpırtılar vardı aslında yüreciğimin bi kenarında. Okurken hayaller kurdum bi ders kitabını. İnanamadın değil mi? Ders kitabıydı bana hayaller kurduran. Olsundu ki, en azından hala hayal kurabildiğimi hatırlamış oldum ve bana güven: bunu hatırlamam çok iyi oldu.
k3l3b3k gönlümde, pır pır eden bir renk keşfettim de, şimdilik sır bu, kendime bile söylemiyorum, ona söyler diye.
Ve başardıklarımı gördüğünde sen bile şaşıracaksın eğer ben mutluluklarım arasına seni sıkıştırabilir de yazarsam. Senin için de zor değil mi? Ben yazdıkça nefes alıyor, ben yazdıkça var oluyor, büyüyorsun.
Oysa;
Keşke ellerin olsaydı senin..
Ve kolların. .
Bazen şefkate ihtiyacım oluyor da benim.
Çok oldu yazmayalı ama sık sık seni ziyaret ettiğimi bilmeni isterim blogcan. Tamam neyse.
Çok gezdim, çok gördüm, çok güldüm ve evet çok üzüldüm bu zaman zarfında. Ama geçiyor herşey, geçiveriyor. 'Hiç bitmez' dediğin, 'herkesten fazla' diye hayıflandığın ve herkesin çektiğini hor görüp sahip olduğunu herkesinkinden fazlaymışçasına yerküre merkezine koyduğun günlerdeki o sıkıntıların aslında tırt olduğunu anlıyor ve kendine gülüyorsun.
Ne zamandır deniyorum yazmayı ama bir türlü iki satırı bir araya getiremedim evet itiraf ediyorum. Ben anladım ki mutlu olduğum zamanlarda yazamıyorum. Yani toparlayamıyorum bir türlü ne yazmak istediğimi (üstteki cümleden de anlaşılacağı üzre). . . Eskiden yazdığım zaman 'kızııım bak yeni şaheser' edalarıyla odasına daldığım ev arkadaşlarım olmadığından mıdır bilmem, yazdıklarımda da pek bir edebi hava esmiyor artık. Zaten mektuplarımı saklayan dostum da olmadı hiç. Günlüğümü saklayanlar hariç :))
Sahi aklıma geldi de, cümlelerim nerelere gitti benim? Hayallerim vardı içime sığmayan hani. Ben nasıl da vazgeçtim bi çok şeyden değil mi? Bu gün kıpırtılar vardı aslında yüreciğimin bi kenarında. Okurken hayaller kurdum bi ders kitabını. İnanamadın değil mi? Ders kitabıydı bana hayaller kurduran. Olsundu ki, en azından hala hayal kurabildiğimi hatırlamış oldum ve bana güven: bunu hatırlamam çok iyi oldu.
k3l3b3k gönlümde, pır pır eden bir renk keşfettim de, şimdilik sır bu, kendime bile söylemiyorum, ona söyler diye.
Ve başardıklarımı gördüğünde sen bile şaşıracaksın eğer ben mutluluklarım arasına seni sıkıştırabilir de yazarsam. Senin için de zor değil mi? Ben yazdıkça nefes alıyor, ben yazdıkça var oluyor, büyüyorsun.
Oysa;
Keşke ellerin olsaydı senin..
Ve kolların. .
Bazen şefkate ihtiyacım oluyor da benim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Önemli!
Bu blog tamamen islami usüllere göre yapılmıştır.
Yapımda ve yönetimde hiç bir domuzun emeği geçmemiştir. .
Yapımda ve yönetimde hiç bir domuzun emeği geçmemiştir. .