30 Nisan 2016 Cumartesi

Merhaba,
Sanıyorum sene 2002. Öğretmenler günü için bir öykü yarışması düzenlendi ve ben her zamanki gibi bir öyküyle katıldım yarışmaya.
Ödül töreni düzenlendi. Törende eski, yeni tüm öğretmenlerim ve diğer tüm okulların öğretmenleri var. Ve bizim okuldan bir kaç arkadaş.
Törende 1. (ben :)) ) 2. ve 3. olan eserlerin sahiplerine ödülleri verilecek. Çıktık, tek tek adımız okundu, ödüllerimizi aldık. Ödül dediysem küçük birer paket işte. Ama o zaman bize o sahneye çıkmak yetiyordu tabii.
Ödülüm, parlak hediye paketine sarılmış küçük kare bişey. Edebiyat hocamızın oturduğu yere gittim, ''hadi aç bakalım'' dedi ödülü. Dedim ''hocam sanıyorum çikolata bu :)) '' cidden öyle de zannediyordum. (müthiş hayal kırıklığı) Her neyse paketi açtım ki, içinde ne olduğunu tahmin edemezsiniz. Bir edebiyat yarışması ve ödülü: İngilizce sözlük!
Evet bildiğiniz Redhouse, kırmızı kapaklı olan hani,hepimizde vardır eminim, İngilizce-Türkçe sözlük :))
Yüzümdeki hayal kırıklığından hediyeyi hiç beğenmediğimi anlayanCengiz hocam, sonrasında bana bir hikaye kitabı hediye etmişti, hala kütüphanemin baş köşesinde durur. (Tekrar teşekkürederim hocam)
Sözlüğü görüp de gülmeyen kimse kalmamıştı tabii, zira bana da çok komik gelen bu hediye, yenilerde öğrendiğim bir şeyle anlam kazandı, hemen sizinle paylaşayım:
James William Redhouse (sözlüğün yazarı) , Londra'da doğmuş, küçük yaşta anne - babasını kaybedince bir yardım ve eğitim kurumuna yerleştiriliyor. Uyumsuz davranışları yüzünden okuldan çıkarılıyor ve yolu Akdeniz üzerinden bir şekilde İstanbul'a düşüyor. Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun' da teknik ressam olarak çalışıyor. Kaldığı 8 yıl içinde Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca öğreniyor. Türk dilini en iyi bilen yabancı oluyor. Sadrazama mütercim- tercümanlık bile yapıyor. Ülkesine geri dönüp, Doğu dilleri tercümanlığı yapıyor.
Redhouse el yazması, Osmanlıca'dan İngilizce'ye yapılan, sözlük tam 12 ciltmiş.
Bana, hiç bilmeden bu kadar anlamlı hediye veren seçici kurula buradan teşekkür etmek istiyorum.
O gün, o paketi açınca bozulup üzüldüğüm için affedin.
Ben sizi tam 14 yıl sonra affettim :)))
P.

27 Nisan 2016 Çarşamba

yoğun bakım günlüğü

Merhaba,
Duyunca ''Aman Allah korusun'' dediğiniz bir yerden yazıyorum. Adı gibi soğuk bir yerden; yoğun bakımdan.
Aldığı nefesten, çişine kadar takip edilen hastalarımız var burda.
Asla tahammül edemeyeceğim şeylerin bir gün mutluluk vereceğini nerden bilirdim, '' baak bunu çıkardım'' diyerek peçetesini gösteren hastalarım olmasaydı eğer? (evet sekresyon  :))smile emoticon:) )
Kayserili olduğunu egzersiz sırasında ''sen bana su ver, ben de senin istediğini yaparım o zaman'' diye benimle pazarlık yapmasından hemencecik anladığım o tonton teyzem olmasaydı, nereden bilirdim bu dünyada nice hikayelerin olduğunu?
Uyandığında ameliyatının bittiğini, her şeyin yolunda olduğunu, yoğun bakımda olduğunu söylediğim hastamızın, ''Allah senden razı olsun, bana dünyaları bağışladın şimdi sen böyle dedin ya'' deyip, ellerimi tuttuğunda gördüğüm mutluluğu başka nerede görebilirdim ki?
Aylarca hiç tepkisiz yatan güzel teyzem, günler sonra tepki vermeye başladığında, ona kapıdan seslenen oğluna; o egzersiz sırasında bana direnen kollarıyla hem de, el sallaması ve öpücük atması. .
''Torunum var benim dışarıda, bir an önce iyileşmem lazım'' diye, her ne dediysek eksiksiz yapmaya çalışan dedeler?
Ah nasıl anlatılır ki yaptığın işten doyum almak?

P.

2 Nisan 2016 Cumartesi

YOKluk. .

Yok işte. .
Yediğimiz ekmeğin, domatesin, taa uzaklardan kokusu gelen çocukluğumuzun o yamuk yumuk ama lezzeti üstünden akan çileğinin tadı yok artık. .
Yok.
''Akşam ezanından önce evde ol'' diye uyaran anneler. Parklarda çocuk sesleri, sokakta ''anneeee'' diye defalarca bağıran çocuklar da yok.
Yok!
Evin anahtarını bırakacak, fazla ekmek var mı diye soracak, başın sıkışınca aranacak komşular da yok.
Hormondan taşlaşmış meyve/sebzeler var artık. Domatesin kokusunu bilmeyen, ilaçla şişirilmiş tavuklarla, fast food beslenen, hiç sokakta oynamamış, düşüp dizini parçalamamış, arkadaşlığı bilmeyen, okula gittiği anlaşılmayan serseri görünümlü (kız/erkek) çocuklar var artık.
Bırak çocuğunu emanet etmeyi, yanından geçtiğinde selam vermediğimiz komşularımız var.
Parklarda çocuktan çok anne-babalar var.
Var.
Tecavüz edilen küçücük coçuklar. Çocuğunu emanet edip bi yere kadar giden, döndüğünde çocuğunun cesedine dahi ulaşamayan anneler var. Üç kuruş için ninesini öldüren, beş kuruş için karısını kesen insanlar var. Var! Ülkesini bölmeye çalışan, ekmek yediği kaba işeyen köpekler var !
Kötülükte sınır tanımayanlar var!
Keşke yaptığınız en büyük kötülük olarak kalsaydı süte su katmak.
P.

Önemli!

Bu blog tamamen islami usüllere göre yapılmıştır.
Yapımda ve yönetimde hiç bir domuzun emeği geçmemiştir. .